MİHRİ MÜŞFİK (1886-1954)

 

Türk tiyatro tarihinde Afife Jale’nin rolü neyse, Mihri Hanım’ın Türk resim sanatı tarihindeki rolü de aynıdır. Mihri Rasim ya da bilinen diğer adıyla Mihri Müşfik, 1886’da İstanbul’da doğmuştur. Sanatçının sanatı kadar yaşamı da ilginç ayrıntılarla doludur. Tanzimat sonrasında ün yapmış ilk kadın ressamlardan olan Mihri Hanım, Askeri Tıbbiye öğretmeni Çerkez Mehmet Rasim Paşa’nın kızıdır. Çerkez asıllı olan Mehmet Rasim Paşa, iyi saz çalan, müzikten anlayan, eğlence hayatını seven dönemin çok yönlü kişileri arasındadır. Mehmet Rasim Paşa anatomi konusunda da uzmanı olarak tanınırdı. Mihri Hanım’ın gerek baba, gerek ana tarafı güzellikleri ve olumlu vasıflarıyla tanınmış kişilerdi. Dr. Rasim Paşa’nın biri Çerkez, diğeri Rum kökenli iki eşi vardı. Mihri’nin ablası Enise ve kardeşi Refik, Rasim Paşa’nın Çerkez eşinden doğdular. Bembeyaz tenleri, açık renk gözleriyle Rasim Paşa’nın kızları dönemin ‘Edebiyat-ı Cedide’ şairlerine ilham kaynağı oldular. Aydın kişi olan Rasim Paşa kızlarını Avrupalı gibi yetiştirdi. Yabancı mürebbiyelerle büyüyen Mihri Hanım’ın edebiyata, müziğe ve resme olan yetenekleri belirginleşince, Mihri Hanım bunlardan resim sanatını tercih etti. Resme karşı olan üstün yeteneği saray ressamı olan Fausto Zonaro tarafından fark edildi. Zonaro, bugün halen ayakta olan Akaretler‘deki binada yer alan atölyesinde küçük Mihri’ye resim dersleri verdi. Zonaro’nun verdiği dersler, Mihri’nin Batı sanatına olan ilgisini ve özlemini filizlendirdi. Padişahlık döneminde bir Türk kızının resim tahsili için Avrupa’ya gönderilmesinin yadırganacağını, bunun o günün anlayışına ters düşeceğini bilen Mihri Hanım maceralı bir şekilde yurt dışına kaçtı. Bu kaçışın türlü söylentileri vardı: Mihri Hanım’ın İstanbul’a gelen bir cambaz kumpanyasının İtalyan kökenli müzik şefine gönlünü kaptırdığı bu söylentiler arasındadır. Bunu işiten babası Dr. Rasim Paşa kızını cezalandırmak için, köşe bucak onu aradı. Büyükannesinin Yeşilköy’deki evine sığınan Mihri Hanım sahte bir pasaportla Galata’dan kalkan bir İtalyan vapuruna atlayarak bir hafta sonra Roma’ya vardı. Yeğeni Hale’den ve akrabalarından Behiye Hanım’dan dinlediğimize göre, Mihri Hanım’ın Roma’ya kaçışını sağlayan papalık nezdinde, Fransa elçisi Barrer’in eşidir. Elçi’nin eşi Mihri Hanım’a sahte bir pasaport sağladı. Roma’daki evinde de Mihri Hanım’ı uzun süre misafir etti. Mihri Hanım bu maceralı kaçışıyla Batı’daki resim sanatının kapısını aralayan ilk Türk kadını oldu. Roma’dan sonra sanat dünyasının merkezi olan Paris’te eğitim ve öğrenimini sürdürdü. Montparnasse-s’ta bir ev kiralayarak burayı hem atölye hem ev olarak kullandı. Evinin bir odasını Bursalı Selami Paşa’nın oğlu olan Müşfik Selami Bey’e kiraladı. Bu kiracı ve ev sahibi ilişkisi daha sonra gönül ilişkisine dönüştü ve Mihri Hanım ile Müşfik Selami Bey, Sefaret imamının kıydığı nikâhla evlendiler. Ruşen Eşref ( Ünaydın ) Tevfik Fikret ile ilgili yayınladığı anılarında şairin Mihri Hanım ile ilgili övgülerini de söz konusu eder. Şair, Mihri Hanım’ı Ruşen Eşrefe şöyle tanıtır: “Yukarıda bir hanım var. Resimler yapıyor. Bilseniz ‘Rübab’ı o kadar güzel yorumluyor ki, yazdıklarım bu kadar anlamlı mı imiş? Diye şaşıyorum.’ Ardından Tevfik Fikret, Mihri Hanım’ın yaptığı portreyi Ruşen Eşref’e göstererek, -Bakın, bu ne güzel… Benim başımı olağanüstü çizmiş. Şöyle, buruna doğru geldikçe incelen bir baş!” demiştir. Tevfik Fikret’in eşinden dinlediğime göre, şairimizin ölümü üzerine odasına ilk giren Mihri Hanım olmuştur. Hıçkıra hıçkıra ağlayarak üzerine kapanmış ve daha sonra Batı’da olduğu gibi, yüzünün kalıbını almıştır. Sanırım, Türkiye de ilk mask budur.” denilmektedir. Çift kendilerini Paris’in bohem hayatına kaptırdığı için içkiye düşkünlükleriyle anılmışlar, yurda döndükleri zaman da oradaki yaşamlarını sürdürmüşlerdir. 1920’lerin sonlarına doğru gerek yaşanılan kıskançlıklar gerekse yapılan dedikodular Mihri Hanım’ın tekrar yurt dışına kaçışına ve evliliğinin yıkılmasına neden olmuştur. Kısa bir süre sonra Maliye Bakanı Cevat Bey’in Mihri Hanım’ı görmesi ve bir tavsiye mektubu yazması ile Darü’l-Muallimat‘ta (Kız öğretmen Okulu) resim öğretmenliğine atanmıştır. O dönemde bu eğitim kurumu Türk kızlarının devam ettiği en önemli öğretim kurumuydu. Mihri Hanım bilgisi, görgüsü ve birikimiyle etkileyici konuşmaları, insancıl yaklaşımıyla öğrencilerini çok etkileyerek hatta tapılırcasına sevilen bir öğretmen oldu. Yaklaşık bir yıl Dar-ülmuallimat’ta öğretmenlik yaptıktan sonra 1914 yılında açılan İnas Sanayi-i Nefise Mekteb-i Alisi’ne geçmişti, uzunca bir süre burada görev yaptı.63 Mihri Hanım devrin Milli Eğitim Bakanı’yla bizzat görüşerek “İnas Sanayi-i Nefise”nin açılmasına da öncülük etmiştir. Şiire ve edebiyata eğilimi olan sanatçı, Paris’ten İstanbul’a döndüğü dönemlerde Tevfik Fikret, Rıza Tevfik ve Hüseyin Cahit’in portrelerini yaparken, renkli bir edebiyat havası içerisindeydi. Tevfik Fikret ile dostluğu unutulmaz anılarla doludur. Tevfik Fikret, Mihri Hanım’ı toplum içerisinde en güçlü şekilde öven ve takdir eden kişi oldu. Tevfik Fikret’in ölümünden hemen sonra Mihri Müşfik Hanım tarafından Balmumu ile alınan yüz maskı, Aşiyan’daki Tevfik Fikret Müzesi’nde bulunmaktadır. Mustafa Kemal Atatürk’ün ilk yağlıboya portresini yapan Türk ressamı Mihri Müşfik Hanım’dır. Mustafa Kemal Atatürk Mihri Müşfik Hanım’a dair düşüncelerini şu şekilde ifade etmiştir: “Mihri Hanım’ı beğenmem sadece sırf benim yağlıboya portremi ilk ve en güzel bir şekilde yaptığından değil aynı zamanda benim gibi inkılapçı olduğu içindir. Hatta benden önce inkılaplara başlamıştır” 1922 senesinde Atatürk’ün ordusu, Yunanlıları bozguna uğrattıktan sonra ülkemiz rahat bir nefes almıştı. Büyük bir Cumhuriyet yandaşı olan Mihri Hanım Yunan askerlerinin denize dökülmesinden ilham alarak, kendi adına Atatürk’e bir teşekkür olarak onun bir portresini yapmak istediğini belirtmişti. 1921’de Gazive ‘Mareşalünvanlarını kazanan Mustafa Kemal, Mihri Hanım'ı Çankaya Köşkü'ne davet ederek poz verdi. Resimde Atatürk’ün giyinmiş olduğu Mareşal kıyafeti, haki renkli yün kumaştandır. Tablo, yağlıboya tekniğinde yapılmış ve 3 metre boyutundadır. Balkan ülkeleriyle barış içinde kalmak isteyen Mustafa Kemal, Yugoslavya Kralı 1. Aleksander Karacorceviç’in kendisine gönderdiği imzalı portreyi barış simgesi olarak kabul eder. 1934 yılında Marsilya’da düzenlenen suikaste kurban giden 1. Aleksander’den sonra da bu barışı devam ettirmek niyetinde olan Atatürk, önce açtığı bir halkevinde asılı duran Mihri Hanım'ın yaptığı bu portreyi İsmet İnönü aracılığıyla Yugoslavya’ya gönderir. Yazar Gültekin Elibal yaptığı bir görüşmede 3. Cumhur Başkanımız Celal Bayar, Mihri Müşfik Hanım ve “Atatürk yapıtı” ile ilgili şöyle bir açıklamada bulunur: “Sevgili Atatürk’ün beğendiği bir ressam vardır. Mihri Müşfik Hanım, Müşir üniformasıyla tam bir portre yapmıştır. Yugoslav hükümetine hediye edildiği doğrudur. Çünkü bu yağlıboya resmi Yugoslavya’ya yaptığım yolculuk-ziyaretten ilkinde (1937) Belgrad Kalesindeki müzede, diğer saray resimleri, ileri gelenleri generallerin tabloları arasında seçkin yerinde görmüştüm. İkinci ziyaretimde (Reisicumhur olarak) aynı müzeyi gezdiğimde ilgililerden Atatür’ün resmini göremeyince bilgi istemiştim… İkinci Dünya Savaşında geçirilen bombardımanlar, yangınlar nedeniyle bu tablonun yanmış, harabolmuş bulunduğu yolunda bilgi edinebilmiştim…”Tablonun akıbeti konusunda Taha Toros bir makalesinde şu bilgiyi vermiştir: “Atatürk'ün mareşal üniformalı bu tablosunun II. Dünya Savaşı sırasında telef olduğu söylentileri yaygındı. İzlemelerimden olumlu sonuç alamayınca "İlk Kadın Ressamlarımız" kitabımda bu konuda üzgün birkaç satır yazmıştım. Daha sonra izlemelerimi yenileyerek sürdürdüm. Dostluklar sayesinde bu değerli tabloya ulaşılmasını sağladım.” Bazıı kaynaklarda Atatürk portresinin 1990 yılında bulunduğuna dair bir bilgi mevcut iken nerede olduğuna dair bir bilgi bulunmamaktadır. İnas Sanayi-i Nefise Mektebi erkek kısmıyla birleştirildikten sonra Mihri Hanım bir süre daha öğretmenliğe devam etti ve daha sonra yurdu terk etti. Yurdu terk edişinde İttihat ve Terakki Partisi ileri gelenleri ile olan yakın ilişkisi ve partiden bazı kişilerin tahkikata uğraması, bu durumun kendisine kadar uzantısı olabileceği endişesine kapıldığı anlaşılmaktadır. İkinci defa Roma’ya giden Mihri Hanım portreler yaparak yaşamını sürdürdü. Konu olarak daima ünlü kişileri seçti. İtalyan şair Gabriel de’Annunzio’nun portresini yaptı. Şair ile olan dostluğu ressamı papanın huzuruna kadar çıkarttı. Papa bir kadına poz vermesinin makamıyla bağdaşmayacağını üstelik müslüman bir kadına poz vermesinin Katolik dünyası tarafından hoş karşılanmayacağını bildirmesine rağmen, Annunzio’nın kararlıığıyla Mihri Hanım, Vatikan’a kabul edilerek papanın portresini yapmıştır. Bu portre yeni papanın seçimine kadar Vatikan Müzesi’nde kalabilmiştir. Portrenin izi ve kaydı ile ilgili bir bilgi yoktur. Mihri Hanım kız kardeşinin veremden ölmesi ve yeğeni Hale Asaf’ın da 1938 yılında Paris’te kanserden ölmesi üzerine Roma’dan sonra yerleştiği Paris’te fazla kalamamış ve Amerika’ya yerleşmiştir. 1928 yılında New York George’de Maziroff Galeri’de resimlerini sergileyerek Amerika’da kişisel sergi açan ilk ressam olarak da tarihe geçmiştir. Amerika’da üniversitede resim profesörlüğü yapmış, zengin ailelerine özel dersler vererek yaşamını sürdürüp 1954 yılında sefalet içerisinde hayata burada veda etmiştir. Mihri Hanım’ın yurttan koptuktan sonra gurbetten gönderdiği mektubundan pasajlar. “…senelerce çalışmakla ben neye muvaffak oldum? Hiç! Üstelik sıhhatimi kaybettim. Vaktiyle ‘Herkül’ idim. Şimdi merdivenleri çıkamıyorum… Sanat beni bu hale koydu... Hele gözlerim hiç görmüyor çifte gözlük kullanıyorum… Parasızım. Bizim gibi Avrupa’ya nazaran geri kalmış bir memlekette sanatkârın yolu kadar güç bir yol yoktur. Bizimkisi fazla fedakârlık isteyen bir meslek……hey hat ve yine hey hat! İşte sanatın esrarı buradadır. Sanatkârın yolu, yürüdükçe uzar gider. …bizim ailenin yegâne hususiyeti inadındadır. Ben her şeyde olduğu gibi sanat hayatım boyunca inadımla yaşadım.. Bugün buna bin kere pişmanım.” diyerek hislerini belirtmişti. Sanatçı figüre son derece hâkimdi. Çoğunlukla portre çalıştı. Onun esas başarılı olduğu konu da budur. Ancak natürmort da yapmıştır. Sanayi-i Nefise’nin kız ve erkek bölümlerinin birleştirilmesinden sonra Çallı ve Onat gibi ustalarla bir arada olan Mihri Hanım’ın onların etkisiyle de olsa gerek değişik konulara yönelmeyip figürde özellikle de portrede ısrarcı olması kararlı kişiliğinin göstergesidir. Selim İleri, Mihri Müşfik Hanım’ın hayatını merkeze alarak yazdığı ‘Ölü Bir Kelebek’ adlı oyunun (1998) arka kapağında şunları dile getirmektedir: "Kültür gömleğimizi değiştirirken ya da daha inandığım bir deyişle, kültür hayatımızda yenileşmenin sentezini ararken, bugün unutulmuş; dönemlerindeyse mücadele vermiş nice kişiyle yüz yüze geliyoruz. Unutuluşta sanırım kadınlar başı çekiyor; unutulan kadınlar öylesine çok ki. Bu yüzden Mihri Müşfik'ten bir türlü kopamadım. Mihri Müşfik: Ölü Bir Kelebek oyunu bir gönül borcunun karınca kararınca ödenmesi için yazıldı." Selim İleri yazısının devamında bir diğer kaynak olarak Mihri Hanım’ın kuzeni olan Leyla Açba’nın “Bir Çerkes Prenses’in Harem Hatıraları” (Timaş Yayınları, 2010) adlı kitabından da bahseder. Kitapta Mihri Hanım’la ilgili olarak şu ifadelere yer verilir: "Hatta Mihri Hanım memleketimizin en büyük hanım ressamlarından biridir. Onun tablolarından ikisi bendedir. Biri benim portremdir, diğeri ise Yıldız'daki konağımızın resmidir." 

 

 

 

Mareşal Üniformalı Mustafa Kemal Atatürk, portre, tüyb, 3mt.

 

otoportre, küpb.

 

“Sahilde Yürüyüş” tüyb.

“Adada Kadınlar” tüyb.

natürmort, tüyb.

natürmort, tüyb.

Ahmet Rıza Bey’in annesi Naile Hanım