CELİLE UĞURALDIM (HİKMET) (1883-1956)

Celile Enver ya da Celile Hikmet adlarıyla da tanınan sanatçı, 1883 yılı sonlarında İstanbul’da doğmuştur. Aile, Alman ve Polonya soyundan gelmektedir. Babası Polonya ihtilali sırasında Türkiye’ye sığınıp müslüman olan ve Türk ordusunda kahramanca hizmetleri sırasında şehit edilen Mustafa Celalettin Paşa’nın (Borcensky) oğlu ve Abdülhamit’in yaveri Enver Paşa’dır. Constantin Borcensky, kendisine kötü davranıldığı, hatta işkence gördüğü için 1848 yılında (o zaman çocuk yaştadır), İstanbul’dan gelen gemiden denize atlayıp yüzerek boğaz kıyılarında bir yere çıkar.

Dönemin sadrazamı Ali Paşa, Osmanlı topraklarına sığınan bu güzel, ayrıca da çok zeki çocuğu koruması altına alır, İslam dinine geçirerek ona Mustafa Celalettin adını verir. Orta öğretimini tamamlayıp Mühendishane-i Hümayu’na girmesini sağlar. Mühendishane Müdürü Ömer Paşa ahlâkını, zekâsını, çalışkanlığını çok sevdiği Mustafa Celallettin’i kızı Sıdıka ile evlendirir. Bir oğulları olur, adını Enver koyarlar. Celalettin Paşa bildiği yabancı dillerin yanı sıra iyi resim yapmakta ve harita çizmektedir.

Celile Hanım’ın bu yeteneğini böylece dedesinden aldığı akla gelmektedir. Annesi ise Türkiye’ye iltica eden Alman kökenli Müşhir Mehmet Ali Paşa’nın kızı Leyla Hanım’dır. Özel mürebbiyeler tarafından yetiştirilen Celile Hanım’ın sanat alanında eğitim görmesinde gençlik yıllarını Paris’te geçirmiş olan ve birkaç yabancı dil bilen babası Enver Paşa’nın katkısı vardır. Enver Paşa, Padişahın yaveri olarak bir ara sarayda çalışırken saray ressamı olan İtalyan ressam Fausto Zonaro ile yakın bir dostluk kurmuştu. Bu vesile ile Celile Hanım padişahın ressamından özel dersler aldı. Daha sonraki yıllarda bu alandaki çalışmalarını ve eğitimini Roma ile Paris’te sürdürdü.

Celile Hanım, İstanbul sosyetesinin en güzel kızlarından biriydi. 1900 yılında Hikmet Bey’le evlendi. Hikmet Bey, meşhur valilerden ve tasavvuf edebiyatıyla uğraşmış şairlerimizden Nazım Paşa’nın oğludur. Güçlü bir yabancı dil bilgisi vardı. Aynı zamanda kültür hazinesi zengin bir kişiydi. Almanya’da konsolosluk, basın müdürlüğü, teşrifat müdürlüğü gibi görevlerde bulundu. Ancak Celile hanımla Hikmet Bey ’in evliliği I. Dünya Savaşı sonlarına doğru boşanmayla sonuçlandı.  Kısa süren bu evlilikten sonra Celile Hanım tamamen kendini resme vermiştir. Ünlü şair Nazım Hikmet bu kısa süreli evliliğin sonucunda dünyaya gelmiştir.

Celile Hanım, Berlin’e giderek galerilerde atölyelerde ve müzelerde etütlerde bulundu. 85 Celile Hanım genç kızlığında, babası Enver Paşa’nın adı ile Celile Enver olarak tanınırdı. Evliliğinden sonra kocasının adını ekleyerek Celile Hikmet adını aldı. Birinci Soyadı Kanunu’na göre "Uğuraldım” soyadını seçti. Bu ad ona pek de uğur getirmedi. Aile çileleriyle dolu acı bir yaşantı geçirdi ve Celile Hikmet’in gözlerinde ileri derecede görme kaybı oldu.

Sanatçı resimlerinde “Celile” imzasını kullanıyordu. Oğlu Nazım Hizmet, açlık grevi nedeniyle, 1950’de cezaevinden ambulansla Adli Tıp Müdürlüğü’ne götürüldüğünde, onun için açtığı imza kampanyası sırasında elinde taşıdığı pankart üzerinde “Nazım Hikmet’in Annesi Ressam Celile” şeklinde bir imza kullanmasıyla (Celile imzasını) mesleğini bilinçli bir sanatçı tavrıyla benimsemiş olduğunu anlıyoruz.

Olay yerine gelen polisler Celile Hanım’ı karakola götürürler. Burada bir polis Celile Hanım’a biraz da amiyane bir biçimde “Senin gibi hiçbir şeyden haberi olmayan, evinde kalması gereken bir kadına, kim yazdırdı bu yazıları bakalım?” diye sorduğunda Celile Hanım’ın buna cevabı kısa ve net olur; Pankartın hemen altında küçük harflerle yazılmış imza dikkatini çeker polisin; “Ressam Celile.”

Celile Hanım’ın ünlü şair Yahya Kemal Beyatlı’yla bir süre aşk yaşadıkları çeşitli kaynaklarda yer almaktadır. Bu ilişki çeşitli dedikodulara sebep olmuştur.

Yahya Kemal, Celile Hanım’a âşıktı. Çıkan dedikodular sonucu bu ilişki 1917 de bitmişti. Celile Hanım’ın oğlu Nazım, bu birlikteliğe karşı çıkmıştı. Bir ara Yahya Kemal’in, sevgilisinden yüz bulamayınca zehir içerek intihar etmeye kalkıştığı bile söylenmişti. Mehmet Fuat, Yahya Kemal’in ‘Vuslat’, ‘Telakki’, ‘Erenköyü’nde Bahar’ ve ‘ Eski Mektuplar’ gibi bazı şiirlerini Celile Hanım için yazdığını belirtiyor. 

“Yahya Kemal 1916 yılında Büyükada’dadır. Sevgilisi Celile Hanım da tüm yaz mevsimini orada geçirir. Sonbaharın gelmesi üzerine Nişantaşı’ndaki evine yerleşir. Telefonlaşmalar, buluşmalar, bazen şairin İstanbul’a, bazen Celile’nin Adaya gelişleri. Bu arada Celile Hanım’ın uzaktan akrabası olan Berlin Sefiri Hakkı Paşa İstanbul’a gelir. Çapkın bir sefir olan Hakkı Paşa, İstanbul’a her geldiğinde yaptığı gibi İstanbul’un en güzel kadınlarının davetli oldukları suareler düzenler. Yahya Kemal, Berlin Sefiri’nin İstanbul’a geleceğini duyduğu zaman sevgilisinden bu suarelere katılmaması için söz almıştır. Bir gün Ada Oteli’nde otururken, yan masadaki iki kişinin Hakkı Paşa’dan ve Nişantaşı’nda o gece vereceği suareden bahsettiklerini duyar. Son vapur çoktan kalkmıştır ve sert bir lodos esmektedir. Yahya Kemal Maltepe’ye geçmek için bir sandalcıyı bol parayla ikna eder. Sandalcının havayı süzen gözlerine cevap olarak da “Hastam var” yanıtını verir. Denize açılırlar, bir müddet sonra lodos artar ve deniz şiddetle çalkalanmaya başlar. Sandalcı sürekli küfreder. Ölüm üçüncü bir yolcu olarak aralarına sızmaya çalışıyordur. Şair ise Hakkı Paşa suaresini ve Celile Hanım’ı düşünüyordur. Aşk, pimpirikli Yahya Kemal’den, gözü kara bir Yahya Kemal inşa etmiştir.

“Güç bela Maltepe’ye gelebildik. Dalgalar öyle bir çarpıyordu ki, sahile çıkmak buraya gelmekten daha tehlikeli idi. Zar zor bir hayli uğraştıktan sonra kendimi sahile attım. Sırılsıklam olmuştum. Hemen Maltepe’deki kahvelere uğradım.

Bir araba istedim. Yok… Yok… Bostancı’ya kadar yaya gitmeye karar verdim. Tren yoluna çıkarak koşmaya başladım. 

Maltepe’yle Bostancı arasındaki mesafenin uzun olduğunu o zaman farketmiştim. Kan ter içinde Bostancı’ya geldim. Vakit hayli geçti. Karakola gittim. “Bana bir araba bulunuz, hastam var” dedim. Aradılar taradılar birini buldular... Yine bir sürü para verdim. Arabayla yola koyuldum. Kadıköy, oradan Üsküdar… Karşıya geçtim. Doğru Nişantaşı! Sevgilimin oturduğu apartmanın kapıcısı ahbabımdı. Penceresini vurarak onu uyandırdım. ‘Benimki evde mi diye sordum?’ Adam halime bakıp şaşırdı: ‘Evde, bu akşam çıkmadı!’ dedi ‘Ne diyorsun? diye bağırdım.’ Bütün katettiğim mesafe sanki başıma yıkılmıştı. Eve kaçta geldiğini tahkik ettim. Sözüne inanamıyordum. ‘Çık bir bak! Evde mi?’ diye adamı zorladım. Bir münasebetle hizmetçisine sormuş: ‘Uyuyor!’ demiş. Geldi haber verdi. Sanki dünyalar benim oldu. Apartmanın karşısında bir arabacı meyhanesi vardı. Orada sabaha kadar içtim. Sabahleyin doğru eve çıktım. Benim halim berbat. Toz toprak içinde olduğumu görünce şaşırdı ve hemen anladı. Sarmaşdolaş olduk”

“Bugün Pazar, belki gelirsin diye, üç vapurunu pencerede bekledim. Gelmedin mahzun oldum. Verdiğin konferansa gelmedim, kalabalıktır, memnun olmazsın diye, fakat hep aklım sende idi. Çok, çok göreceğim geldi. Beni niye aramadın? Sana gücendim canımın içi, pek göreceğim geldi. Ben o günden beri, yani salı gününden beri evdeyim, dikiş dikiyorum. Evimiz için çalışıyorum.

Sen ne yapıyorsun? Benim artık tahammüle sabra mecalim kalmadı. Nikah için annem seni görmek istiyor. Behice Hanım’a gidecek, seni bulduracak. Sen ne zaman ararsan, evde bulunursun zannediyor. Bize sen gel, mektubumu alır almaz bize gel.

Benim nikah muamelem oldu. Şimdi senin şer’i bir men’in yoktur diye bir kağıt istermiş. Annem sana söyler. Bir kere nikah olsa bize misafir gelirsin, oturur konuşuruz. Odamız sıcacık, soğuklar oldukça hep seni düşünüyorum.

Sana arzu ettiğin gibi ne zaman yuva yapacağım? Canımın içi pek göreceğim geldi hemen gel. Binlerce güzel gözlerinden öperim. Karıcığın Celile.”

Fakat Celile Hanım’ın hayal ettiği bu evlilik hiçbir zaman gerçekleşmez. Yahya Kemal, Celile Hanım ile 1917’den sonra bir daha asla görüşmeyecektir. Celile Hanım bu üzüntüyle daha fazla İstanbul’da duramayarak Paris’e gider. Paris’te yine resimle ilgilenir ve önemli isimlerden resim dersleri alır. İstanbul’a döndükten sonra da kişisel ve karma birçok resim sergisine katılır. Dönemin en aktif kadın ressamları arasına girmiştir. Nazım Hikmet’in tutuklanması da bu döneme denk düşer. Galata Köprüsü üzerinde oğlunun serbest bırakılması için yaptığı pankartlı eylem neredeyse tüm İstanbul’da ses getirir.

Sanatçı resim çalışmak için her şeyi bir yana bırakıp Paris’e gidince, bu dedikodular da son bulur.

Portre ressamlığı ağır basan Celile Hanımın en güzel portreleri aile çevresiyle ilgili olanlarıdır. Annesi Leyla Hanım’ın portresi müzededir. Kendi portresiyle oğlunun, torununun, yeğeninin portreleri başarılı eserleri arasında yer alır.

Portrenin yanında sanatçının ilgi alanına giren ikinci konu çıplak etütleri üzerinde yoğunlaşmaktadır. Çıplak modellere dayalı olarak çizdiği, araştırıcı kalem çizgilerinden de saptanabilen bu resimlerinden Celile Hanım’ın beden parçaları arasındaki ölçü ve oranları, klasik atölye çalışmalarının gerekli kıldığı bir disiplin çerçevesinde değerlendirdiği ve özel dersler aldığı, öğretmenlerinin bu yöndeki telkinlerini gözardı etmediği görülür.

Çağdaş resmimizde bu konunun, Çallı kuşağı ressamlarıyla 1910’lu yıllardan başlayarak, belirli standartlar düzeyinde işlendiği dikkate alınırsa Celile Hanım’ın genç yaşlarda ilgisini yöneltme cesaretini gösterdiği çıplakların önemi daha iyi anlaşılabilir.

Savaş yıllarında, Galatasaray Lisesi salonlarında açılan sergiye, sanatçı “Kahve İçen Kadın” tablosuyla katılmıştır. Yine gazete notlarından 1940’lı yıllarda Adana Halkevinde bir sergi açtığını öğreniyoruz. Bunun dışında ölüm tarihi olan 1956’ya (Ankara) kadar, kişisel sergi düzenlediğine dair kaynaklarda herhangi bir bilgiye rastlanmıyor.

Kızı Samiye Yaltırım’ın çabalarıyla ailenin elinde ve birkaç özel koleksiyonda yer alan 22 desen ve 22 yağlı boya resimden oluşan oldukça geniş sayılabilecek bir sergisinin, 1988’de İstanbul’da (Bakırköy Sanat Merkezi) düzenlenmiştir. Saptanabilen bu çalışmalarından başka “Limonlar” (1946) ve “Ölü Doğa” (1949) gibi resimlere de rastlamaktayız.

Bu ve başka konular sanatçıyı portreler kadar ilgilendirmemiştir. Kızının, oğlunun, damadının, yeğeninin, torununun, annesinin ve “Aynada Kendi Portresi” nin yer aldığı bu resimler dizisi, temel anlamda bir portre ressamı olan öğretmeni Zonaro’dan onun yanında çalışmış olan başka sanatçılar gibi, Celile Hanım’ın da esinlendiğinin bir göstergesi olabilir.

Bu ve başka konular sanatçıyı portreler kadar ilgilendirmemiştir. Kızının, oğlunun, damadının, yeğeninin, torununun, annesinin ve “Aynada Kendi Portresi” nin yer aldığı bu resimler dizisi, temel anlamda bir portre ressamı olan öğretmeni Zonaro’dan onun yanında çalışmış olan başka sanatçılar gibi, Celile Hanım’ın da esinlendiğinin bir göstergesi olabilir.

Resme olan sevgisi o kadar büyüktür ki, belli bir yaştan sonra gözlerine katarakt indiğinde resim çalışmalarına devam edebilmek için üç gözlük üst üste takarak çalışmalarını sürdürmüştür. O zamanlar yapılan ameliyatlar katarakt hastalığını çözmek için yeterli olmadığından uzun bir süre böyle çalışmak zorunda kalır.

Çok sayıda resim üreten Celile Hanım, bunların çoğunu etrafındakilere seve seve dağıtır, hediye eder. Bu yüzden aile çevresi dışında da çok sayıda resmi bulunmaktadır. Özellikle hamam resimlerine çok sayıda talep gelir ve bu eserlerini verirken bir koşul öne sürer. “Bunu yatak odasına değil, salona asın lütfen…”

 

OTOPORTRE

OĞLU NAZIM HİKMET PORTRE

 

Leyla Hanım, 60x45 küpb

 

torunu Ayşe Yaltırım 1953, 46x33cm. düzy.

KADINLAR HAMAMI

ÇİNGENE KIZI